Ağladığınız zaman size “Ağlama!” dediklerinde, sevmediğiniz bir yemeği yemeniz için ısrar ettiklerinde, birileri hep sizin adınıza karar verdiğinde, siz konuşurken karşınızdaki sizi dinlemediğinde ya da sorularınıza cevap vermediğinde NELER HİSSEDERSİNİZ? Elbette iyi hissetmezsiniz. Duygudaşlık (empati) çocuklarımıza kazandırmak istediğimiz bir şeyken neden biz kendimizi onların yerine koymaya çalışmıyoruz? Davranışlarımızın onlara neler hissettirdiğini düşünmek için çok emek harcamaya gerek yok aslında. ONLAR SADECE KÜÇÜKLER, GERİSİ AYNI BİZ… Sadece büyüyorlar ve onlar da ilişkilerinde bizim gibi sevgi, güven ve saygı bekliyorlar. Ama en önemlisi de özgürleşmek istiyorlar… Aslında bizden çok önemli bir farkları var, bunu gözden kaçıramayız; onlar bizden çok daha iyi niyetliler, açık yürekliler… Hiç değişmeden büyüseler dünya çok daha güzel bir yer olurdu…

Küçüklerimiz büyürken yapılması gereken şey hem çok kolay, bir o kadar da zor… Kolay olan onların yanında olmak, onlara olumlu duyguları kazandırmak; zor olansa özgür düşünebilmeleri, kendileri için doğru ya da yanlış kararlar alabilmeleri ve kararlarının sorumluluğunu da üstlenmeleri için onlara fırsat tanımak. Çünkü bu bazen içimizden taşan sevgiyi bastırmamızı gerektirebilir. Kısacası fazla koruyucu ya da fazla özgürlükçü, fazla kuralcı ya da fazla kuralsız, fazla duygusal ya da fazla ketum… Bunların hepsi küçüklerimizin geleceği için zararlı. Tek anahtar denge ve maalesef bütün küçükler evrende tek olduğu için hepsi için aynı denge kullanılamaz. Bütün ebeveynler ve öğretmenler özgün olmak zorunda. Çünkü kitabi bilgiler hep eksik kalacaktır. Onları tanımaya çalışırsanız tanırsınız. Onlar ihtiyaçlarını size gösterecektir. Kılavuzunuz küçükler olmalı. Kılavuz demişken bizler de onların kılavuzuyuz. Küçükler bizim dediklerimizi yapmaz, yaptıklarımızı yaparlar. İşte bu yüzden en etkisiz yöntemdir nasihat vermek. Kazandırmak istediğimiz davranışlara biz sahip miyiz, bir düşünmeliyiz. Onların gelişmelerini istiyorsak biz de kendimizi sürekli geliştirmeliyiz.

Hayatta herkesin desteğe ihtiyacı vardır. Mesela 40 yaşındayken babamızı kaybettiğimizde boşluğa düşeriz, çünkü sadece yaşadığını bilmek bile bize güç verir. Yaşam boyunca ilişkilerimizde hep karşımızdakinin kişiliğini ve ihtiyaçlarını önemseriz. Çok duygusal bir arkadaşınıza konulara mantıken yaklaşarak yardımcı olmaya çalışırsınız. Sevgisini ifade edemeyen bir dostunuza sevginizi ifade ederek onu açmaya çalışırsınız. Çok yaşlı ve yavaş yürüyen birisine caddeden geçerken koluna girerek yardımcı olursunuz. Fiziksel rahatsızlığı olan birine ihtiyaç duyduğu konuda yardımcı olursunuz. Küçüklerimiz de bize hangi konuda ihtiyaç duyuyorlarsa işte o konuda onlara yardımcı olmalıyız. ONLAR SADECE KÜÇÜKLER, GERİSİ AYNI BİZ… Bizler onlarla yeterince zaman geçirirsek neyi yapabildiklerini, neyi yapamadıklarını ve neye ihtiyaç duyduklarını çok daha net gözlemleyebiliriz; onlara bekledikleri desteği verebiliriz. Onları tanımak çok önemli…

Büyümelerine tanıklık ettiğimiz bu uzun süreçte -ebeveynlik hiç bitmez – aklımızdan çıkarmamamız gereken en önemli iki şeyden biri onların en önemli ihtiyacı yani özgürlük, ikincisi de dengedir. Onlar için yapabileceğimiz en iyi şey, onlara düşünce ve duygu dünyalarını geliştirecekleri ortamlar sağlamaktır. Sonrasında onlar da kendileri için en doğru kararları alan, yanlış kararlar aldıklarında da ayağa kalkıp yoluna devam edebilen bireyler olacaklardır. Bir de göreceğiz ki onlar da bizim dünyamızı geliştirmeye; göremediklerimizi göstermeye, hissedemediklerimizi hissettirmeye, düşünemediklerimizi düşündürmeye başlamışlar. İşte bu, bir insanın hayattaki en büyük mutluluğu olmalı…

Gülşah BAYINDIR – Türkçe Öğretmeni